Ayasofya’dan restorasyon iskelesinin kaldırıldığını duyduğumdan beri bir gidip görmek istiyordum. Geçen Gökçe, Avrupa Birliği fethindeyken Brüksel’de tanıştığı WWE tarihinin ilk Harvard’lı güreşçisi Chris Nowinski‘ye Sultanahmet’i gezdirme programından bahsedince, Ali’yle ben de onlara katıldık.
Oğuz’un kucağında Ali, Gökçe, Nicole ve Chris
Ali böylece Kapalıçarşı’nın ortasında Amerikan güreşi yapma fırsatı buldu. Chris Ali’nin yumruklarıyla bir oraya bir buraya savruldukça da Ali, ne kadar kuvvetli olduğuna dair zaten mevcut olan inancını pekiştirmiş oldu, bu devi devirdiysem herkesleri haklarım!
Günün şampiyonu Sultanahmet Köftecisinde bütün köfteleri yedi!
O halıcı senin bu halıcı benim derken Kapalıçarşı faslı biraz uzayınca, Ali’nin Ayasofya’yı gezmeye çok takati kalmamıştı, Hızlı bir turun ardından biz de üst galeride bir köşeye oturup, müze dükkanından aldığımız malzemelerle boyama yapmaya koyulduk.
İmparator İmparator olalı böyle yeşil görmedi!
Ayasofya’dan sonra, Yerebatan’a geçtik. Ali için sarnıcın bütün esprisi balıklardan ibaret. Uzuun nemli platformlar boyunca balıkların peşinden koştuk, burdakiler kocaman, burdaki turuncu daha bebek, bak bu onun babası… Medusa da bişeye benzese yanına balıklar gelirdi zaten, biz de şöyle bir göz ucuyla bakmakla yetindik.
Yerebatan’dan sonra, Sultanahmet Camii’ni görelim istedi Chris’le Nicole ama ibadet saati olduğu için giremedik. Biz de azıcık bahçede oyalandık. Sonra kapıda ibadet saati giremezsiniz diyen kimse olmayan Firuzağa Camii’ne bir bakındık. Ardından nihayet sabahtan beri hasretini çektiğimiz dondurmalarımızı alıp kahvelerimizi de içtikten sonra, Sultan Pub’da serilip kaldık.
That’s not funny at all!
Bu arada Ali bir iki kere de tersledi Chris’i: Önce kuruyemişleri avuç avuç değil tek tek alması gerektiğini tane tane anlattı kendisine, sonra da Chris boya kalemlerini oyuncak arabalara oturtmaya kalkınca suratını buruşturdu: “Hiç komik diil!” Gökçe de İngilizce hususunda kısa bir kursa tabi tutuldu: “Oh my God ne zaman denir biliyü müsün? Neffis şeyler olduğunda!”
Sonuçta neffis bir Cumartesi geçirmiş olduk, ne diyoruz? “Oh my God!”
Mısır Prensi Kavalalı Ali
Ali'ye resimleri gösterdim, yazıları okudum "töbe töbe" dedi ve gitti…
Ali tam bir İstanbullu olarak tarihi mekanlarımızı yaşamayı seçmiş, turistik yaklaşımlara hiç prim vermemiş ama gerektiği yerde Türk'ün gücünü göstermekten de zerre tereddüt etmemiş. Canım arabaları boya kalemi taşımak için kullanmaya kalkan zihniyete de oh olsun diyoruz 😛
fotoğrafları çok beğendim…
Haketmiş ama soplalık adam, Bu kadarla kurtulduguna sukretsin. Ali turist olmasaydi gosterirdi ona gununu…
Bütün yazdıklarınızı satır satır cevirecegim chris'e, adreslerinizi de vereceğim… Artık birlikte teker teker yersiniz yumrukları:)
merhabalar..
blogunuzu bugün elime geçen bir haftalık star cumartesi ekinden öğrendim ve son 2 saattir filan ali'yle yaşadıklarınızı okumaktan, izlemekten kendimi alamıyorum!
maaşallah harika bir çocuk ona sahip olduğunuz için anne baba olarak çok şanslısınız, ama en çok da ali sizin gibi bir babaya sahip olduğu için şanslı bence:) bu blog gelecekte sizden ona mükemmel bir armağan olucak eminim..
şu "tahtacell" icadınıza da bayıldım! yaşı biraz geçmiş bi çocuk olarak, çocukların sömürüldüğü böyle bilinçsiz bir çağda ona bu kadar sanatsal & oyunsal gelişimini destekleyici icatlar sunabilmeniz beni gerçekten çok sevindirdi..arabalarına filan da bayıldım hepsi gayet başarılı seçilmiş. Marangozdan rastgele alınarak türlü türlü şekillere soktuğum yüzlerce tahta oyuncakla büyümüş bir çocuk olarak günümzde hala var olabileceklerini görmek beni gerçekten sevindiriyo..
blogunuz daha bir çok anne-babaya örnek olur umarım, yeni maceralarınızı görmek dileğiyle:)
sağlıcakla kalın..
Hayran kaldım Ali'nin gezisine 🙂