Ömer Uluç’un Beylerbeyi Sarayı’ndaki sergisi “Beylerbeyi Cinleri” biteli epey oluyor. Hatta benim bloga bir türlü bir şey yazmadığım uzun aylar boyunca sadece Beylerbeyi Cinleri’ne değil, sarayın cinlerden sonraki misafirleri olan Kahramanmaraş el sanatlarının güzide örneklerine ve Ömer Bey’in YKY Kazım Taşkent Sergi Salonu ve Sermet Çifter Kütüphanesi’nde gerçekleştirilen Parçalanmanın Kimyası adlı sergisine de veda ettik, bugün itibariyle de 2009’u uğurluyoruz…
Neyse, yeğenim Enes’in de bilgisayar başında hazırlık çalışmalarına katıldığı Beylerbeyi Cinleri, çoktan Ali, Babası ve Kırk Haramiler’deki yerini almalıydı. Kusurumuza bakmayıp, iyi saatte olsunlar…
Beylerbeyi Sarayı’nda, devasa bambuların arkasında, set bahçelerin altında, bugüne dek hiç dikkatimi çekmeyen tüneldeydi sergi. Ömer Bey’in yaratıkları, tünelin şekline uygun, kavisli, bombeli tuvaller üzerinde karşılıyordu ziyaretçilerini.
Fotoğraf: Muhsin Akgün
Sergiyi ne mutlu ki bir kaç kez gezme imkanı bulduk. Ama hiç gezemeyenler de mahzun olmasın, henüz herşey için çok geç değil: Parçalanmanın Kimyası’nın sergi kitabıyla birlikte, Cem Yardımcı’nın Beylerbeyi Cinleri’nden hareketle çektiği filmin DVD’si de siz sanatseverlerle buluşuyor…
Fotoğraf: Ozan Güzelce
Serginin henüz devam ettiği o mesut günlerde, Milliyet’ten Yasemin Bay’a verdiği bir mülakatta “Burası bir fantezi dünyası, hayaletler şatosunun büyük bir koridoru. Ve hepsi hayalet… Çok fazla ölüme gönderme var…” diyen Ömer Bey, sarayda bugünlerde saltanat süren tek zümre olan müstahdemlerden de, bürokrasiden de şikayet ediyordu: “Buraya girdik şimdi çıkamıyoruz. Daha doğrusu hemen çıkacağız. Dünyanın parasına mal oldu burası. Bir sürü adam oturmuş; köy meydanı gibi. Tek yaptıkları bir yere bir şey çakıldı mı diye dinlemek. Bir sürü sorun çıkardılar. Çok bürokratik ama nasıl bürokrasi! Çok öfkeliyim; deli, bunak diyorlar bana herhalde…”