Irma la douce

İlk saç traşının ardından, uzun zamandır planlayıp da bir türlü beceremediğimiz başka bir hayalimiz de gerçek oldu: Reyda’da pazar kahvaltısı… Gerçi bunca güneşli günün arasında şansımıza son haftaların en bulutlu ve esintili pazarı düştü ama ne gam! Az önce eklediğim Uvvbaaa narası da aynı günden kalma…

Ali nihayet İrma’yla karşılaşacağı için pek heyecanlı, düştük yollara. Reyda’yla pastanede karşılaşmamız da hoş oldu, Tuba arabayı bırakacak bir yer ararken, biz de nevalelerimizi aldık. Tuba bir iki Cihangir turunun ardından, pastanenin yanındaki otoparktan başka umut olmadığını görünce, ellerimizde torbalar, yürüye yürüye eve geçtik. Bu arada yoldaki bir dükkanda, İrma’ya da vik vik ses çıkartan bir çift garip kedi oyuncağı bulduk. Hayvancağız kuyruğunun filan çekilebileceği heyecanlı bir gün geçirecek, bari bir ödülü olsun…

Sahiden de Ali eve girer girmez büyük bir coşkuyla, İrma’ya olan ilgisini oyuncakları İrma’nın kafasına atmak suretiyle gösterince, kahvaltı boyunca İrma salonda, biz mutfakta diye özetlenebilecek bir usuli tedbir aldık…

İpek sağolsun, arada Ali’nin elinden tutup salona götürdü. Döndüğünde Ali, “Pisi pisi kork, kork” diye anlattı durumu. Bu, “İrma benden korkup, sehpanın altına saklanıyor.” anlamına gelen özlü bir cümle.


Ali tıklım tıklım dolu bir otoparka ve önünde köpeklerin yaylandığı bir pet shop’a bakan mutfak balkonundan, başka ilgilerini tatmin etme fırsatını buldu. Kahvaltının ardından biz de salon balkonuna geçtik.

Orada, İrmayla pencere gerisinden birbirlerini uzun uzun tetkik etme şansı yakaladılar, iyi oldu. Sonrasında nihayet birbirlerine zarar vermeden aynı divanda oturup hoş beş etmeyi becerebildiler…

İrma Ali’yi tartıyor…

İrma’yla Ali’nin suretleri meczolurken…

Ve mutlu son…

Bir yanıt yazın