Çizgizâr

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, çizgi ustası Hasan Aycın’ın 30. sanat yılı şerefine, Cemal Reşit Rey’de, 31 Ocak 2009’a dek gezilebilecek bir sergi düzenliyor. 13 Ocakta açılışı vardı, abim ve “ödüllü genç yönetmen” Yasir Düzcan’la birlikte oradaydık. Tuba’yla Ali maalesef gelemediler, Tuba’nın eli yüzünden, ama sergi kapanmadan Ali’yle de gitme niyetindeyiz…
Senelerdir göremediğim bir sürü dost ahbap da oradaydı. Yaşar Amca’yı bilhassa anmak isterim, ne zaman görsem, içimi huzurlu bir neşe kaplıyor. Neredeyse yaşıtı olan bir sürü insana abi dememe rağmen kendisine amca dememi de neşeyle karşıladı, “91 doğumlu torunum var, dede deyin bana artık” diyor… 
Biraz da “biz bunun şu kadarlığını bilirdik” gecesi oldu benim açımdan, ama ben de bir iki kişiye aynı muhabbeti yapma fırsatı buldum, artık yaşım elveriyor…
Bu arada Hasan Abi’nin Seher’e ithaf ettiği çizgi de sergilenenler arasında, aklımda yanlış kalmadıysa 64 numaralı eser… Hani o kocamış bir ağacın içinden çıkan fidan… Kocamış ağacın kenarında da minik bir kuş, fidana bakıyor… O kuşun hep, Aycan Grafikteki huzurun ortasına gürültülü bir şekilde düşen işgalci varlığımıza hiç ses etmeyen, sürekli sabırla, tevekülle bizi seyreden Hasan Abi’yi işaret etiğini düşünmüşümdür… Çizgiyi yayınladığımız Seher de, Gece Yürüyüşü de sürekli elimin altında, ama çizildiği kağıdın dokusunu yeniden hissetmek, böyle nasıl ifade edeyim, çok iyi geldi bana…

Abimler resepsiyondan sonra da geceye devam ettiler, geç vakitlere kadar devam etmiş sohbet… Biz Yasir’le Zafer’in yanına, Igoa’ya geçtik, karnımızı doyurduktan sonra da Zafer’le birlikte bize gittik.
Hasıl-ı kelam, güzel bir geceydi, Hasan Abi’yle ayaküstü sohbet edip, “Hayata Merhaba”sını ne kadar beğendiğimi söyleme fırsatı da buldum. Okudum okuyalı içimde ukdeydi. Hayata Merhaba, Hasan Abi’nin anılarını anlattığı kitabı bu arada, ama cidden çok özel ve kolay rastlanmaz bir hassasiyet, mesafe ve ustalıkla kaleme alınmış. Hasan Abi’nin çizgideki ustalığına denk bir edip olduğuna hiç şüphe yok…
Sergi açılışında romanlarını, Sâhipkırân‘la Esrârnâme‘yi henüz okuyamamıştım, sorunca mahcup da oldum. Ertesi gün ahd  edip peşlerine düştüm, en sonunda İstiklal Caddesi üzerindeki İnsan Yayınları’nda buldum Sâhipkırân‘ı. Sinir bozucu olan, orda bile Hasan Aycın denildiğinde boş boş bakabiliyorlar suratınıza. Sâhipkırân en sonunda İslam Düşüncesi bölümünde çıktı karşımıza. Gayri ihtiyarî, “Roman bu” diyecek oldum, satıcı çocuk “burda bulduğunuza şükredin” dercesine, “mizah bölümünde de olabilirdi, karikatürleri de var bunun” deyiverdi. Eh, n’ola buna da şükrederiz…

Sâhipkırân‘ı bir çırpıda okudum bu arada, şimdi Ali büyüsün de onunla da okuyalım diye sabırsızlanıyorum. Sâhipkırân sahiden olağanüstü bir roman. Ama söylemeden edemeyeceğim: Sâhipkırân insanda yazma şevki uyandırıyor, haydi al kalemi eline al ve otur kendi hikayelerini anlat diyor adeta; Hayata Merhaba‘yı okuduğumda ise, belki de asla o kadar iyisini yazamayacağımı görüp, buruklaşmıştım…
         
Esrârnâme‘yi de merakla bekliyorum. Yarın bir daha sergiye gideceğim, ilk akşam yoktu, umarım artık Hasan Abi’nin kitaplarını getirmişlerdir satış için de, Esrârnâme‘ye ulaşmak için Kuh-i Kâf zahmetleri çekmek gerekmez…
PS: Yasemin’le Zafer’e, ilk çizgiyi burada yayınlanacak hale getirmek için gösterdikleri zahmetler için çok çok teşekkür ediyorum. Zafer diyor ki, 37 yıl artı 2 dakikada yapmış o bu işi… 37 mi? Neyse, hiç duymadınız…

Bir yanıt yazın