Kış bahçesi…

Kış geldi artık, tam olarak ne zamana denk düştüğünden bir türlü emin olamadığım pastırma yazına umut bağlamanın da bir faydası yok, sanırım o da geçti gitti…

Biz de şahsi direnişimizi yazdan kalma hatıraları yadederek gerçekleştirelim o halde:
Takvimlerimiz 17 Ağustos 2008’i gösteriyor. Günlerden pazar. İbrahim Paşa Sarayı’ndaki, sürekli methini işittiğimiz “Farklı Kültürlerdeki Güzeli Arayış” sergisinin de son günü. Zafer’i de ayartıp, haydi diyoruz, dökülelim yollara…
Arabamızı Cağaloğlu’nda güç bela bulabildiğimiz bir otoparka bırakıp, Türk İslam Eserleri Müzesi’ne doğru yollanıyoruz. İlk güzel sürpriz, bir masa kurmuşlar, bir seferlik bilet alacak yerde, müze kart sahibi oluyoruz oracıkta…
Halılar uçmasa da olur…
Ama doğruyu söylemek gerekirse, serginin methini neden bu kadar çok işitmişiz anlaşılır gibi değil, Sergi denilen şey çok büyük ölçüde, zaten müzenin koleksiyonunda bulunan ve evet sahiden de harikulade olan eserlerin başka bir sınıflandırılmaya tabi tutulmasından ibaretmiş gibi geliyor bize… Üstelik maalesef o sınıflandırma da öyle abartılacak bir yaratıcılığın, onu geçtim çabanın ürünü de değil sanki… Hatta acaba bir şey mi kaçırdık, sergi başka bir yerde idi de biz mi atladık diye, Ali’nin arabasını o merdivenlerde bir kez daha sırtlanmayı göze alıp, ikinci kez geziyoruz müzeyi…
Ali sergiye tek kaşını kaldırıyor: “Sergi daha iyi olabilirdi, ama burası pek süpermiş!”
Ama olsun, hava süper, şimdi inanılır gibi değil ama t-shirtlerle bile terliyoruz, İbrahim Paşa Sarayı her zamanki gibi içimizi huzurla dolduruyor… Ali ilk müze ziyaretinde ziyadesiyle neşeli…
Ali, şehzade kostümlerini incelerken…
Buraya kadar gelmişken, Kapalıçarşı’yı, Nuruosmaniye Camii’ni görmemek olmaz deyip, hızlı bir Kapalıçarşı turu da sıkıştırıyoruz araya. Ali kendinden geçiyor mutluluktan ama karnımız da acıkıyor haliyle, doğru Sultanahmet Köftecisi’ne.
Bir kaç sene evvel, Tuba’yı görüp dünyaya erken geldiğine hayıflanmıştı kasada duran sevimli amca. Bu sefer Allah’tan kasada o yok, Tuba’yı çocuk çoluğa karışmış görmenin üzüntüsünü yaşatmış olmuyoruz kendisine…
Karnımızı iyice doyurduktan sonra, Zafer’e söz verdiğimiz gibi, Mimaroba yollarına düşüyoruz. Nevin Teyze ile Bahri Amca’yı da yeni evlerinde ziyaret etmiş oluyoruz böylece, Bahri Amca ameliyattan sonra iyice toparlamış, Nevin teyze her zamanki performansında…
Ali günün yorgunluğunu havuzda atıyor, evet, bunca şey yapmamıza rağmen, hava halen kararmış değil, yaz denen o güzelliğin içindeyiz. Havuz sefasının ardından, fazla geç olmadan İstanbul’a dönüş yoluna koyuluyoruz, yolda abimlere de uğruyoruz…
Dolu dolu bir yaz günü işe, anlatırken bile içim ısındı….

5 Yorum

  1. Biz de bu yaz gününü annen ve babanla yeniden yaşadık Aliciğim. Bu resimlere bakarken Tuba, ne kadar güzel çıktığını, ben senin ne kadar tatlı olduğunu, baban da resimlerin ne güzel çekildiğini anlattık birbirimize..

    ama bence hepsinden ötesi, bu resimlere bakınca, ne kadar şanslı bir aile olduğunuzdan, ne süper bir üçlü olduğunuzdan başka söylenecek şey yok.

    Sizi seviyorum ben gençler..

  2. sehzade ali pasaya ithafen;

    Şehzade

    Kuşlar anlamında yürürken şehzâde
    Yürüyüp giden serin kemerler
    İncecik sarığına konmaz mı kelebek
    Kıvrılan bir vav şehzâdenin ellerinde

    Hangi çin ipekleri içinde anne
    Nereye gitmiş baba bir harf için
    Bilemiyor rahlenin önüne çökerken şehzâde

    Hüma kuşu gelse ne gelmese ne
    Elma dersem tahta çıkacak
    Kuş desem uçar şehzâde

    adasi Ali Burhan a ait bu siir sanki ali icin bicilmis kaftan:)

  3. Merhabalar, Ali'nin büyüyüşünü sayenizde ben de izliyorum. Çok şanslı bir çocuk, ilerde büyük adam olacağından eminim 🙂 Sakıncası yoksa blogumda Ali'den behsetmek ve bu yazıdaki ilk fotoğrafı kullanmak istiyorum.
    Öpün Ali'yi benim için

  4. @bunusevdim
    🙂 elbette sakıncası yok, ilginiz ve nezaketiniz için ayrıca çok teşekkürler…

  5. çok tatlı bşe çocuğunuz var Allah Bağışlasın 🙂

Bir yanıt yazın